Fiyat İstikrarı, Para Politikası ve Türkiye’de Enflasyonun Yapısal Kaynakları
Bir merkez bankasının para politikasını nasıl yürütmesi gerektiği tartışılırken para politikasının neyi başarıp, neyi başaramayacağının ayırdında olmak doğru karar verebilmek açısından önemli noktalardan bir tanesidir. Ekonomik faaliyetlerin kontrol edilebilmesi bağlamında nelerin merkez bankasının ulaşabilecekleri arasında yer aldığı konusunda net bir bilgi sahibi olmaksızın, para politikası ile ilgili doğru tercihler yapabilmek mümkün değildir. Merkez bankalarının neler yapabileceği ile ilgili bilimsel görüşler ve buna bağlı olarak para politikasının yürütülmesine ilişkin olarak yazılmış reçeteler zaman içerisinde değişime uğramıştır. 1950’li ve 60’lı yıllarda para politikası Phillips eğrisi ile ifade edilen enflasyon oranı ve işsizlik oranı arasındaki ters yönlü ilişki çerçevesinde formüle edilmiştir. A.W Phillps tarafından ortaya atılan bu eğri iktisat teorisinde ve buna ilişkin literatürde yepyeni bir gelişmenin yolunu açmıştır. İktisatçılar o dönemlerde enflasyonun yüksek veya düşük seviyede tutulması ile işsizliğin düşük veya yüksek düzeyde tutulabileceğine ilişkin teorik modeller geliştirmeye ve iktisat politikaları üretmeye başladılar. Bu modellerde ve iktisat politikası önerilerinde fiyat istikrarı ile birlikte yaşanan işsizliğin çok yüksek olması durumunda merkez bankasının işsizlik oranını düşürmek için enflasyon yaratarak ekonomik faaliyetleri hızlandırabileceği düşünülmekteydi. Ancak 1970’lerin başında enflasyon oranı ile işsizlik oranı arasındaki ters yönlü ilişkiye dair bilimsel destek ortadan kalktı. Para teorisindeki gelişmeler ve ekonomilerde yaşanan parasal olguların daha net anlaşılması sonucunda iktisatçılar daha yüksek bir enflasyonun işsizlik oranını ancak geçici olarak düşürebileceğini ortaya koydular. Uzunca bir süre sürdürülen genişlemeci bir para politikasının sonuçta işsizlik oranında bir düşüş olmaksızın daha yüksek bir enflasyon yaratabileceği literatürdeki çalışmalarda ortaya kondu. Para politikasının etkinliğinin sınırlı olduğu şeklindeki bu görüş günümüzde geniş ölçüde kabul görmektedir. Politika kararlarını alanlar için sorun, ekonomik birimler para politikası önlemlerinin işsizlik üzerinde geçici bir etkiye sahip olduğunu bildikleri zaman para politikasının nasıl yürütüleceğine karar verebilmek, bir diğer deyişle optimal tercihi yapabilmektir. Hazırladığımız çalışma yukarıda ifade edilen genel iktisat politikası yaklaşımından yola çıkarak para-enflasyon ilişkisini incelemekte, fiyat istikrarı hedefine dönük para politikasının yürütülmesinde dikkat edilmesi gereken hususları ortaya koymayı amaçlamaktadır. 6 Bölüm olarak planlanan çalışmanın ilk 4 bölümü para-enflasyon ilişkisinin teorik temellerini ortaya koyan ve fiyat istikrarına dönük para politikasının yürütülmesi süreçlerini inceleyen teorik altyapıyı ele alan bölümlerden oluşmaktadır. Çalışmanın son 2 bölümü ise Türkiye’de yaşanan enflasyonist sürecin yapısal nedenlerini incelemeyi ve düşük enflasyona geçişin yükleyeceği maliyetleri tahmin etmeyi hedeflemektedir. Kimi zaman ölçümündeki belirsizliğe, kimi zaman değişiminin altında yatan faktörlerin belirlenmesindeki güçlüğe bağlı olarak enflasyon olgusuna ilişkin ampirik çalışmalar para politikasını yürütenlerin ilgi odağıdır. Aslında her iki neden de para politikasının daha iyi yürütülmesi ile yakından ilişkilidir. Bir yandan enflasyon olgusunun iyi ölçülememesi durumunda enflasyonist baskı yaratan kalıcı faktörleri enflasyon oranında geçici dalgalanmalar yaratan faktörlerden ayırt edebilmek mümkün olmaz. Öte yandan, enflasyonist baskının kaynağı ayırt edilemezse (yani arz yönlü faktörler mi veya talep yönlü faktörler mi?) para politikası için doğru yolu belirlemek oldukça zor olacaktır. Her iki neden önemli olsa da bu çalışma ikinci neden üzerinde yoğunlaşmakta, yani iç talepteki kaymalardan kaynaklanan enflasyonist baskılar ile arzdaki kaymalardan kaynaklananlar arasında ayırım yapmayı mümkün kılan bir yöntem kullanılmaktadır. Öte yandan, enflasyon yüksek düzeylere ulaştığında ekonomik büyüme üzerinde negatif etkisi söz konusu iken, bu oranı kabul edilebilir düzeye çekmek amacıyla uygulanan para ve maliye politikalarının üretim kaybı cinsinden maliyet yaratması kaçınılmazdır. Çalışmanın son bölümü dezenflasyonist sürecin üretim kaybı cinsinden maliyetini toplam arz eğrisinin eğimine bağlı olarak belirlenmeyi amaçlamaktadır. Okuyucuya yararlı olması dileği ile...
- Açıklama
Bir merkez bankasının para politikasını nasıl yürütmesi gerektiği tartışılırken para politikasının neyi başarıp, neyi başaramayacağının ayırdında olmak doğru karar verebilmek açısından önemli noktalardan bir tanesidir. Ekonomik faaliyetlerin kontrol edilebilmesi bağlamında nelerin merkez bankasının ulaşabilecekleri arasında yer aldığı konusunda net bir bilgi sahibi olmaksızın, para politikası ile ilgili doğru tercihler yapabilmek mümkün değildir. Merkez bankalarının neler yapabileceği ile ilgili bilimsel görüşler ve buna bağlı olarak para politikasının yürütülmesine ilişkin olarak yazılmış reçeteler zaman içerisinde değişime uğramıştır. 1950’li ve 60’lı yıllarda para politikası Phillips eğrisi ile ifade edilen enflasyon oranı ve işsizlik oranı arasındaki ters yönlü ilişki çerçevesinde formüle edilmiştir. A.W Phillps tarafından ortaya atılan bu eğri iktisat teorisinde ve buna ilişkin literatürde yepyeni bir gelişmenin yolunu açmıştır. İktisatçılar o dönemlerde enflasyonun yüksek veya düşük seviyede tutulması ile işsizliğin düşük veya yüksek düzeyde tutulabileceğine ilişkin teorik modeller geliştirmeye ve iktisat politikaları üretmeye başladılar. Bu modellerde ve iktisat politikası önerilerinde fiyat istikrarı ile birlikte yaşanan işsizliğin çok yüksek olması durumunda merkez bankasının işsizlik oranını düşürmek için enflasyon yaratarak ekonomik faaliyetleri hızlandırabileceği düşünülmekteydi. Ancak 1970’lerin başında enflasyon oranı ile işsizlik oranı arasındaki ters yönlü ilişkiye dair bilimsel destek ortadan kalktı. Para teorisindeki gelişmeler ve ekonomilerde yaşanan parasal olguların daha net anlaşılması sonucunda iktisatçılar daha yüksek bir enflasyonun işsizlik oranını ancak geçici olarak düşürebileceğini ortaya koydular. Uzunca bir süre sürdürülen genişlemeci bir para politikasının sonuçta işsizlik oranında bir düşüş olmaksızın daha yüksek bir enflasyon yaratabileceği literatürdeki çalışmalarda ortaya kondu. Para politikasının etkinliğinin sınırlı olduğu şeklindeki bu görüş günümüzde geniş ölçüde kabul görmektedir. Politika kararlarını alanlar için sorun, ekonomik birimler para politikası önlemlerinin işsizlik üzerinde geçici bir etkiye sahip olduğunu bildikleri zaman para politikasının nasıl yürütüleceğine karar verebilmek, bir diğer deyişle optimal tercihi yapabilmektir. Hazırladığımız çalışma yukarıda ifade edilen genel iktisat politikası yaklaşımından yola çıkarak para-enflasyon ilişkisini incelemekte, fiyat istikrarı hedefine dönük para politikasının yürütülmesinde dikkat edilmesi gereken hususları ortaya koymayı amaçlamaktadır. 6 Bölüm olarak planlanan çalışmanın ilk 4 bölümü para-enflasyon ilişkisinin teorik temellerini ortaya koyan ve fiyat istikrarına dönük para politikasının yürütülmesi süreçlerini inceleyen teorik altyapıyı ele alan bölümlerden oluşmaktadır. Çalışmanın son 2 bölümü ise Türkiye’de yaşanan enflasyonist sürecin yapısal nedenlerini incelemeyi ve düşük enflasyona geçişin yükleyeceği maliyetleri tahmin etmeyi hedeflemektedir. Kimi zaman ölçümündeki belirsizliğe, kimi zaman değişiminin altında yatan faktörlerin belirlenmesindeki güçlüğe bağlı olarak enflasyon olgusuna ilişkin ampirik çalışmalar para politikasını yürütenlerin ilgi odağıdır. Aslında her iki neden de para politikasının daha iyi yürütülmesi ile yakından ilişkilidir. Bir yandan enflasyon olgusunun iyi ölçülememesi durumunda enflasyonist baskı yaratan kalıcı faktörleri enflasyon oranında geçici dalgalanmalar yaratan faktörlerden ayırt edebilmek mümkün olmaz. Öte yandan, enflasyonist baskının kaynağı ayırt edilemezse (yani arz yönlü faktörler mi veya talep yönlü faktörler mi?) para politikası için doğru yolu belirlemek oldukça zor olacaktır. Her iki neden önemli olsa da bu çalışma ikinci neden üzerinde yoğunlaşmakta, yani iç talepteki kaymalardan kaynaklanan enflasyonist baskılar ile arzdaki kaymalardan kaynaklananlar arasında ayırım yapmayı mümkün kılan bir yöntem kullanılmaktadır. Öte yandan, enflasyon yüksek düzeylere ulaştığında ekonomik büyüme üzerinde negatif etkisi söz konusu iken, bu oranı kabul edilebilir düzeye çekmek amacıyla uygulanan para ve maliye politikalarının üretim kaybı cinsinden maliyet yaratması kaçınılmazdır. Çalışmanın son bölümü dezenflasyonist sürecin üretim kaybı cinsinden maliyetini toplam arz eğrisinin eğimine bağlı olarak belirlenmeyi amaçlamaktadır. Okuyucuya yararlı olması dileği ile...
- Taksit Seçenekleri
- Axess KartlarTaksit SayısıTaksit tutarıGenel ToplamTek Çekim160,00160,00283,20166,40356,53169,60628,80172,80919,56176,00Finansbank KartlarıTaksit SayısıTaksit tutarıGenel ToplamTek Çekim160,00160,00283,20166,40356,53169,60628,80172,80919,56176,00Bonus KartlarTaksit SayısıTaksit tutarıGenel ToplamTek Çekim160,00160,00283,20166,40356,53169,60628,80172,80919,56176,00Paraf KartlarTaksit SayısıTaksit tutarıGenel ToplamTek Çekim160,00160,00283,20166,40356,53169,60628,80172,80919,56176,00Maximum KartlarTaksit SayısıTaksit tutarıGenel ToplamTek Çekim160,00160,00283,20166,40356,53169,60628,80172,80919,56176,00World KartlarTaksit SayısıTaksit tutarıGenel ToplamTek Çekim160,00160,00283,20166,40356,53169,60628,80172,80919,56176,00Diğer KartlarTaksit SayısıTaksit tutarıGenel ToplamTek Çekim160,00160,002--3--6--9--
- Yorumlar
- Yorum yazBu kitabı henüz kimse eleştirmemiş.
- Yayınevinin Diğer Kitapları
- Yazarın Diğer Kitapları