Kitabın Tarihi: İlk Ne Zaman Ortaya Çıktı?
İnsanlık, günümüzdeki teknolojik süreçlere ve gelişmişlik düzeyine hiç şüphe yok ki çok kolay biçimde ulaşmadı. Bugün, insanlığın ilerlemesinden söz edebiliyorsak bunda kitabın tarihsel gelişimi büyük pay sahibidir. Her ne kadar bizler için yazı yazmak çok basit bir eylem kabul edilse de yazının icadı insanlık tarihi için bir dönüm noktası niteliğindedir. Pek çok otoritenin de kabul ettiği üzere tarih, yazı ile başlar. Tüm insanlığın ortak belleğini oluşturan yazı; sözü esaslı kılarak ona bambaşka bir anlam kazandırmaktadır. Eskilerin de dediği gibi söz uçar, yazı kalır.
Sözlü İletişimden Yazılı İletişime Geçiş
İlk insanları gözünüzde bir canlandırın. Avcı toplayıcılık yeni başlamış, birbirinden vahşi canlılar arasında hayatta kalmaya çalışan; bunu yaparken de gerçek anlamda taşı taşa sürterek bir şeyler başaran ilkel yapılar… Sözlü iletişim ilk insanlar için sosyalleşme, yemek bulma, yardımlaşma ve avlanma gibi pek çok durumda büyük bir önem taşımaktaydı. Fakat sözlü iletişim, belli bir zamandan sonra yetersiz kalmaya başlamıştı. Geçici durumlar için tabiri caizse hayat kurtaran sözlü iletişimden bir adım öteye geçmek önem kazanmıştı. Çünkü insanlar nasıl avlandıklarını, hangi bitkilerden besin sağladıklarını, hayatta kalma mücadelelerini kendilerinden sonraki nesillere aktarmak istiyordu. Milattan önce 3200’lü yıllarda Sümerliler tarafından yazının keşfedilmesi insanlık tarihi için çok önemli bir mihenk taşıdır. Sümerlilerin keşfettiği yazı; tarih çağları boyunca evrim geçirecek, pek çok bilginin uzun bir şekilde sunulmasını sağlayarak “Kitap nasıl ortaya çıkmıştır?” sorusunun cevabı hâline dönüşecektir.
Antik Çağda Yazı
Günümüzde modern bir formda bulabildiğimiz kâğıt benzeri oluşumlara antik çağda rastlamak mümkün değildi. Yazının keşfinden sonra ilk insanlar ağaç kabuğu veya çamurdan yapılan kaplarla başladıkları yazı yazma sürecini keten bezden yapılma kil tablet üzerinde sürdürmüşlerdir.
Milattan önce 3300’lü yıllarda, karşımıza bir çeşit kâğıt olarak kabul edilebilecek papirüsler çıkacaktır. Mısırlıların icadı olan papirüs; Milattan Sonra 11. yüzyıla dek varlığını sürdürmüş, yazı yazma konusunda uygarlıkların imdadına yetişmiştir. Zira başta ticari etkileşimler olmak üzere toplulukların birbirindeki icat ve çalışmaları görmesiyle Nil Nehri’nin yakınında yetişen papirüs bitkisinden elde edilen bu kâğıt, dünya üzerindeki en eski kitapların ortaya çıkış sürecini inşa edecektir.
Mısır’da papirüsün kullanıldığı dönemlerde, Çin’de günümüzdeki kitaplara benzeyen ancak oldukça ilkel kabul edilebilecek bazı çalışmalar görülmeye başlanmıştır. Papirüs gibi ince olmayan ağaç kabuklarına veya kemiklere yazı yazmak oldukça zor olduğundan ötürü insanlar çizgiler oluşturarak yazı yazmaktaydı. Papirüsün yetiştiği Mısır’dan, Çin’e ulaşması oldukça güç bir süreç olacağından ötürü Çinliler kalın ağaç kabuklarına yazı yazmaktaydı. Bu ağaç kabukları, bir süre sonra yetersiz gelecekti zira insanlık tarihi ilerlemekte ve yazılacak, kaydı düşülecek gelişmeler oldukça artmaktaydı. Bunun üzerine insanlar oldukça pahalı olan ipeğin üzerine yazı yazmaya başladı…
Anadolu’dan Dünyaya: Kil Tabletler
Milattan Önce 3. yüzyılda kullanılan kil tablet örnekleri günümüze kadar ulaşmıştır. İşin aslı, oldukça yumuşak bir yapıya sahip olan kilden yapılma tabletlere yazı yazmak da hayli mantıklı bir yaklaşımdı. Çivi yazısına benzeyen kil tablet örneklerine ilk kez Asur ve Sümerlilerde rastlayabiliyoruz. Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi’ni ziyaret ettiğiniz zaman, Asurlulardan kalma kil tabletleri görebilir; Babil, Asur ve Sümer uygarlıklarının kütüphanelerini oluşturan dönemin en ileri yazı teknolojisi olan kil tabletlerden ilham alan atölyelerin Ninova ve Babil’de işleyişini gözünüzde canlandırabilirsiniz.
Papirüsler, Parşömene Dönüşüyor
Mısır’daki Nil havzasında yetişen ve Mısır ile iletişimi olan uygarlıkların yazı için kullandığı papirüsler aynı dönemde yazı için kullanılan kil, ağaç kabuğu, ipek ve keten bezlere nazaran oldukça kullanışlıydı. Ancak bulunması, elde edilmesi oldukça güçtü. Grekler papirüsü Milattan Önce 7. yüzyıldan Milattan Sonra 4. yüzyıla dek kullanmış; ancak dünya genelinde papirüs kullanımı azaldıkça başka bir malzeme güç kazanmıştı. Latince ince deri anlamına gelen membranae veya daha çok bilinen adıyla parşömen hayvan derisinden elde edilmesi nedeniyle papirüsün tam tersine coğrafya fark etmeksizin herkesin ulaşabileceği bir kâğıt türüydü. Papirüsün aksine oldukça dayanıklı olan, yırtılmadan katlanabilen ve yıpranmayan bu kâğıt cinsi çok uzun yıllar boyunca etkisini kaybetmeden kullanılacaktı.
Kitabın tarihsel gelişimi için önemli bir detay ise parşömenin iki yüzüne de yazı yazılabildiğinin keşfedilmesi olacaktı. Zira bu keşif sonrasında kâğıtların rulo yapılması dönemine son verilerek, üst üste eklenen sayfalarla kitapların önü açılıyordu.
Günümüzdeki Anlamıyla Kâğıdın İcadı
Modern formdaki kitabın ortaya çıkmasını sağlayacak olan kâğıt; Çin’de Milattan Sonra 1. yüzyılda keşfedildi. İlk başta ağaç kabuklarını, ardından da pahalı bir malzeme olan ipeği yazı yazmak için kullanan Çinliler bu zorlukları bertaraf edecek keşiflerini yaptıklarında bunun hem daha kolay hem de daha ucuz olacağını anlamışlardı. Kâğıdı resim için, ambalaj amacıyla, tuvalet kâğıdı olarak veya kıyafet yapımında da kullanan Çinliler için kâğıdın en büyük önemi bilginin yazılı aktarımını sağlamasıydı. Bu sayede bölgenin uygarlık düzeyi, çağdaşı olduğu uygarlıklardan çok daha yüksek seviyelere ulaşacaktı…
Orta Çağ ve Matbaa
Kitabın tarihsel gelişimi söz konusu olduğunda kâğıdın adım adım gelişiminin yanı sıra matbaa da büyük önem taşımakta. Kitaplar, matbaa ortaya çıkana dek el yazması formunda yayılacak; rulo hâlinde kullanılan tomar kâğıtlar ve Hıristiyanların kullandığı kodeksler ile ilerleyecekti.
Orta Çağ boyunca kitaplar, el yazması biçiminde çoğaltıldı. Eski Romalılar, cilt anlamındaki bu kitaplara volumen adını vermiş; Müslümanların bölgeyle olan ticari irtibatları neticesinde pek çok kitap Arapça’ya da çevrilerek çoğaltılmıştı. 13. yüzyılda üniversitelerin ortaya çıkması yazı yazmanın kilisenin haricindeki kurumlarca da gerçekleştirilmesini sağlamış; benzer şekilde hat, kitap süsleme ve minyatür sanatlarını da ilerletmişti.
751 yılında Müslümanlar ve Çinliler arasında gerçekleşen Talas Savaşı sonrası iki ayrı uygarlık kâğıt ve bu kâğıdın kullanımı konusunda etkileşime geçmiş; İslam açısından önemli kabul edilen Bağdat, Şam ve Kahire gibi şehirlerde kâğıt üretimi başlamıştı. 12. yüzyıla karşılık gelen bu dönemde Müslümanların İspanya ve bazı Avrupa bölgelerine geçişiyle birlikte, Çinliler tarafından Milattan Sonra 1. yüzyılda keşfedilen kâğıt Avrupalılar tarafından da fark edilecek ve Avrupa kıtasına yayılacaktı. Bu da kitabın tarihsel gelişimi için bir dönüm noktası olarak kabul edilebilir.
Uzakdoğu’da farklı yöntemlerle ve ilkel metotlarla matbaa keşfedilmiş olsa da 1455’te Johann Gutenberg’in, günümüzdeki matbaaların atası kabul edilecek formda keşfettiği matbaa; Avrupa’nın kültürel gelişimini yadsınamayacak biçimde etkilemiştir. Latince Kitab-ı Mukaddes’i basarak işe koyulan Gutenberg; matbaacılığın bir iş kolu olarak yükselmesinin ve Avrupa’da yayılmasının ilk adımlarını atmıştır.
Daha basit bir şekilde ifade edecek olursak, matbaanın günümüzdeki formuna yakın biçimdeki gelişimine dek dünyada sadece 30 bin kitabın olduğu düşünülmektedir. Günümüze kadar uzanan süreçte kitabın yolculuğu ise hayal dahi edilemeyecek ölçüde, muazzam biçimde ilerlemiştir. Sözün özü günümüzde kendi kendimize sorduğumuz “Kitap nasıl ortaya çıkmıştır?” sorusundan adeta ışık yılı kadar uzak gibi görünen bir dönemde sadece bilginin kayıt altına alınma isteğiyle başlayan bu süreç insanlığın sosyo-kültürel toplum değişimleriyle ilerlemesi, dünyayı şekillendirecek bilinç akışının kâğıt ile gerçekleşmesi, matbaa sayesinde de bu akışın önünde durulamayacak ölçüde güçlenmesi ile devam etti.